4 Ağustos 2014 Pazartesi

Ayağa Oyna Pohnpei - (Up Pohnpei - Paul Watson)

Hayatımda yazabileceğim (ama gerçekten yazabileceğim) muhtemelen üç konu var. Bunlardan birincisi Blog'a ismini verdiğim gezi ve rehber. Çünkü hem işim gereği hem de şansımın yaver gitmesi ile yurtdışına sıklıkla seyahat etmekteyim. İkincisi ise Amerikan Futbolu'dur. 5 yaşında bir çocuk iken çevremdeki hemen herkesin izlediği ve takip ettiği spor olduğu için bende bu spora gönülden bağlandım ve şuan itibariyle 11 yıldır Türkiye liginde oynuyorum. Üçüncüsü ise babamdan almış olduğum en güzel özelliklerimden birisi olan kitap okuma alışkanlığıdır. Farklı konularda (ağırlıklı olarak tarihi roman) kitaplar edinmeyi gerçekten seviyorum.

Bundan sonra gezdiğim yerler hakkında yazıp, arada okuduğum kitapları da burada sunacağım. Kitabın özetini çıkarmayacağım tabi ki :) Ama fikirlerimi dikkate almanızı dilerim.

Geçen ay almış olduğum ve bir çırpıda bitirdiğim bir kitabı paylaşmak istiyorum. Tam bir seyahat kitabı (kumsal, uçak, tren, otobüs, vs) olan Ayağa Oyna Pohnpei (Up Pohnpei) kitabını şiddetle tavsiye ediyorum. 90'larda bilgisayar ile tanışmış olan hemen hemen tüm erkeklerin oynadığı Championship Manager oyununun gerçek hayata uyarlanmış versiyonu diyebiliriz kitap için. 

Paul Watson ve Matthew Conrad, İngiltere'de yaşayan iki kafadar Mikronezya Federal Devletleri'nin idaresindeki Pohnpei Adalarına antrenörlük yapmaya başlar (Nasıl başladıklarını kitabı okuyarak öğrenin lütfen), tabi bu süreçte karşılarına çıkan problemleri aşmaya çalışırlar. Bunlardan bazıları :

-Pohnpei adalarında hali hazırda bir lig bulunmamaktadır,
-Ligi geçtim profesyonel olarak kurulu bir takım dahi yok,
-Önce takımlar kurulacak,
-Lig oluşturulacak,
-Olimpiyat komitesi, FIFA ve daha bir çok uluslararası futbol kuruluşundan destek aranacak,
-Adaya ilk gidildiğinde yanlarında; forma, krampon, şort, idman malzemesi vs. götürebilmek için Premier Lig takımları dahil bir çok kulübe yüzlerce e-mail atmaları gerekecek,
-Adanın iklim şartları (dünyanın en çok yağış alan yerlerinden birisi) onları oldukça zorlayacak,

Kısacası kitapta bir insanın ıssız bir adaya düştüğünde başına gelebilecek her şeyi bulacaksınız. Aslında düştüğünüz ada ıssız değil, fakat ayda 1 çıkan gazeteden dünyadan ne kadar kopuk olduğunu anlayacaksınızdır. 

Yazarın kendisi ile twitter üzerinden bir iki cümlelik yazışmamız dahi oldu. Kendisi kitabın Türkçe halinin çıktığına şaşırmış vaziyette :) 
Bu kitap sadece FUTBOL içermiyor!!

*Benim bu kitaptan edindiğim tecrübe: 
Dünyanın en zor şartların bir olup üstünüze gelse dahi, yılmadan, bunalmadan ve pes etmeden çalıştığınızda; zafer kaçınılmazdır..Zafer sadece maddi değil, manevi olarak sonuca vardığınız kazanımlarınızdır. 

İyi okumalar. Tavsiyem üzerine kitabı alıp okursanız, yorumunuzu lütfen bana yazın. 



*Bu arada: kitapta anlatılan maçların özetini youtube'dan bulduğunuzda yüzünüzde oluşacak tebessümü tahmin edebiliyorum

Görüşmek üzere.

Yiğithan Erdoğan

1 Ağustos 2014 Cuma

Paris ve Makaron - Bölüm2

Bir Makaron'dur gidiyor. Dışı gevrek içi yumuşak kek :)

En iyisi neden Fransa'da ?

Şimdi efendim, Türkiye'de de yaygınlaşan bu tatlı aslında bizim acı badem kurabiyesinin kardeşi sayılır. Ama gelin görün ki bunu pazarlamak bir sanat işidir. Aslında bizim mutfağımız iyi bir pazarlama ile marka olabilecekken elin Avrupalısı bu işin ustası olmuş. Örnek: Makaron, Berliner, Kruvasan, vs.. Bizim baklavamızı bile Yunanlılar sahipleniyor da sesimiz çıkmıyor.

Paris'te yediğim makaronlar ile Türkiye'de yediğim makaronlar arasındaki en bariz fark sunum şekli. İkincisi ise bizim burada kekimsi yapısı daha fazla. Halbuki gevreğinin daha fazla olması damağa daha hoş geliyor.

İki farklı pasta evini kıyaslayalım:


Laduree (Champs Elysees)


-Sunum adeta bir sanat eseri,
-Dünyanın en çok çeşidi burada mevcut,
-Champs Elysees'de aynı zamanda yemek yiyebileceğiniz muhteşem bir restoranı var,
-Makaronların tanesi 2,75 €'dan başlıyor,
-Pastalaştırılmış makaronları özelliğini yitirdiği için ben onlara makasta diyorum ama denemeye değer.
-Dış (gevrek) kısmı iç (kek) kısma göre daha az ama bu fark neredeyse anlaşılmayacak kadar az.



Delices de France (Montmartre)



-Sunumu Laduree'a göre oldukça sade,
-Gevrek kısımları o kadar ince ki, eğer paket alıyorsanız çantaya koymayın mutlaka elinizde taşıyın sonra kırılıp mahvolursa göz yaşlarınıza hakim olamazsınız,
-Dükkan; Paris'in en romantik, en güzel evlere sahip, en iyi manzaralı (Eiffel'i saymayın) ve en renkli yeri olan Montmartre'de yer almaktadır.
-Çikolata, şeker ve türlü türlü tatlılar mevcut ama hiç birine pas vermeyin. Sadece Makaronlara yönelin,
-Tanesi 2,00 €'dan başlıyor,
-Şahsi fikrime gelince; burası Laduree'dan kesinlikle daha güzel. Sebebi; elinize alacağınız bir paket makaron ile Ressamlar tepesinde gezinip kendi tablonuzu yaptırabilir ya da Sacra Coure merdivenlerinde oturup tüm Paris'i izleyebilirsiniz.
*Ölmeden önce mutlaka yenmeli, gezmeli ve görmeli!!

Aslında en başta anlatacağımız yeri sona bıraktık gibi ama olsun, zaten Sacra Coure'ün en güzel yanı manzara ve eşsiz peynir ile makaronları. Peynir olayına gelince; genelde yılın çoğu aylarında panayır olur Sacra Coure'ün etrafında. Burada peynirciler oldukça ilginizi çekebilir. Yurtdışı seyahatleri için vakumlu paketleme seçeneği mevcut olduğu için gönül rahatlığı ile alabilirsiniz.




Evet fotoğraf alıntı(!) çünkü kendi çektiğim fotoğraflar bu kadar panoramik olmadı maalesef. İşte deminden beri bahsetmiş olduğum manzara budur. Paris, alabildiğince ayaklarınızın altında. Muhteşem değil mi ?

Lakin burada dikkat etmeniz gereken bir durum var: Sacra Coure'ün merdivenleri başında ve o bölgede fazlaca siyahi kolye, bileklik ve hediyelik eşya satıcısı bulunmaktadır. Bu sizi başta korkutabilir ama kesinlikle muhatap olmayın ve yolunuza devam edin. Size yaklaşıp bileğinize sanki hediye verirmiş gibi bilekliği takıp para istiyorlar. Bu durumda yapmanız gereken tek şey bilekliği taktırmamak ve çekip gitmek. Aksi halde musallat olup para isteyecekler ve bu oldukça can sıkıcı sonuçlara yol açabilir.

İyide buraya nasıl gideriz ?

Mavi hatta olan metroya binerek Anvers durağında ineceksiniz. Size tavsiyem fünikülere binmeniz olacak. Manzara beklentiniz olmasın bu yolculuk sırasında fakat bu kadar güzel bir sokağı görmeden geçmeyin. Bu arada fünikülerin ismi Funiculaire - Gare Haute'dir. Kişi başı 1,80 € civarında bir ücret ödeyerek bu hizmetten faydalanabilirsiniz. Bir diğer seçenek ise Montmartre Trenidir ki bu yaklaşık 40 dakika sürmektedir ve etrafı gezerek çıkılabilir. Ama ben bu yolu tercih etmedim, çünkü grup halinde gelen turistlerden bunalabilirsiniz.

Yukarı çıktınız, Bazilika tüm heybeti ile karşınızda duruyor ve gerçekten hemen merdivenleri çıkıp içeriye girmek için heyecanlanıyorsunuz. Önce manzara dikkatinizi çekiyor fakat size bir tavsiye; önce bölgeyi ve bazilikayı gezin ardından buradan ayrılırken yorgunluk atmak için manzaranın seyrine dalın. Bazilikanın içerisinde gittiğiniz saate göre değişir ama bir ayine denk gelebilirsiniz. Ameno ilahisine benzer ilahiler söyleyen rahibe ve rahipler sizi bir kaç dakika yerinize çivileyecektir. Çünkü o seslerin nasıl mükemmel bir akustik yarattığına şahit olacaksınız. Bazilikanın içerisinde bulunan bir çok eseri gördükten sonra durağınız ressamlar tepesi olacak.

Ressamlar Tepesi - (Montmartre Tepesi)

Bazilikadan çıktık ve Montmartre Tepesinde bir sürü ressam ve sanatkarın bulunduğu meydana geldik. Burada elinde kalemi, boyası, vs. olan bir çok kişi sizi çevirip resminizi yapmak isteyecek lütfen kanmayın. Ya da paranız çoksa kanabilirsiniz :) Ben yediğim güzide kazıklardan birini burada yedim. Kağıdı keserek profilinizi çıkaran bir sanatçı(!) amcaya 40 € verdikten sonra günümü güzelleştirmek için çok fazla makaron yedim!! Ama hatıralık resminizi yaptırmak isterseniz 80 €'dan aşağı kurtarmıyor baştan bilin.

Meydanda en çok ilgimi çeken kafe ve restoranlar oldu. Dışarıdaki masalar ve insanların iç içe oturup vakit geçirmesi oldukça güzel bir görüntü oluşturmuş. Lakin bunların hepsi Delices de France'in yanında kocaman bir HİÇ! Ayrıntı için lütfen yazının başını okuyunuz.

Meydanda elimizde makaronlar ile yürüyoruz. Karşımıza çıkan bir çok ilginç ve şirin sokakta fotoğraflar çekip bazilikanın merdivenlerine ulaşıyor ve anın keyfini çıkartıyoruz. Aşağıdaki fotoğraf her şeyi anlatıyor sanırım.





Les Galeries Lafayette (Işıktan bir dünya)

Emin olun bu kadar elektrik Türkiye'de belkide bir çok şehirde kullanılmıyordur gün içinde. Lakin bu kadar göz alıcı ve ihtişamlı bir alışveriş merkezini Melih Gökçek görse kıskançlık krizine girebilir. Çünkü burası gerçek bir AVM ve Paris'te nadir bulunan Avm'lerin aslında nasıl olması gerektiğine bir örnek teşkil ediyor.


İçeride bulunan markalardan bazıları : Prada, Blvgari, Hermes, vs. Burada bütün markalar açık bir şekilde ürünlerini sergiliyor. Yani demek istediğim içerisi dükkan dükkan ayrılmış vaziyette değil, ikinci fotoğrafta görebileceğiniz gibi açık alanda her markanın alanı var. Kasalar, deneme kabinleri ve stantlar sanki tek bir mağazaya aitmiş gibi görünüyor. En alt kat saat, mücevher ve aksesuara ayrılmışken üste çıkıldıkça ne kadar büyük ve lüks bir ortamda olduğunuzu idrak etmeye başlıyorsunuz. Jet sosyete ve kalburun epey üstü kesim için oldukça ideal bir alışveriş merkezi. Dışarısı ayrı bir enteresan. Örneğin kaldırım sanatı dediğimiz kaldırıma resim çizene denk gelirseniz mutlaka 1-2 € atın kutusuna. Gerçekten emek harcanıyor o işi yaparken :)



Çok uzatmak yazanı da , okuyanı da yorar :) Es geçmiş olduğum yerler var evet, ama emin olun ki bu iki bölümlük yazıda yazmış olduğum yerleri gezerseniz zaten diğerlerini görmek içinizden gelmeyecek. Disney Land ve Moulin Rouge hariç.

Paris ile ilgili işe yarar bilgiler:

-Su çok pahalı ve genelde Evian markası bulunmaktadır.
-Prizler Türkiye ile aynıdır.
-Siz İngilizce soru sorduğunuz zaman size Fransızca bile olsa mutlaka yardımcı olacaklardır. Sanıldığının aksine yabancılara karşı kaba bir tavırları yok. Siyahi Fransızlar bu konuda biraz daha ön yargılı.
-Metroyu çözmeniz 15 dakika. Paris'e gitmeden bir metro haritası edinin internetten ve uçakta yolculuk yaparken bile rahatlıkla öğreneceksiniz durakları. Mutlaka metro kullanın!
-Disney Land'a gitmedim çünkü Orly Havaalanı'nın yakınında yer almakta; yani şehir merkezine çok uzak.
-Moulin Rouge gündüzleri kapalı ama hediyelik eşya dükkanı var ve çok pahalı. Bir de Moulin Rouge'a gitmek için Blanche veya Pigalle metro duraklarında inebilirsiniz.

8 Ağustos Cuma, geziverehber.blogspot.com 'da Almanya - Köln'de görüşmek üzere.

Yiğithan Erdoğan